Türkiye ile IMF arasındaki pazarlıklar hayli çetin geçeceği belirtiliyor.
Sabah Gazetesi'nden haberine göre, IMF'nin finans sektörü için beklenmedik durum planı talep etmesi kurmayları ikiye böldü.
Haberde şu bilgiler verildi: "Türkiye ile IMF ilişkilerinin yeniden ivme kazanacağı artık kesinleşti. Geçtiğimiz yıl "ümük sıkma" tartışması ile başlayan, yerel seçim nedeni ile inişli çıkışlı seyir izleyen pazarlıklar hayli çetin geçmeye aday. Zira IMF destekli programın, az çok bilinen yönleri dışında zorlayıcı bir yönü daha var: "Bankacılık" Kuşkusuz bankacılık vurgusu, ilk başta şaşırtıcı geliyor. Küresel kriz ortamında başarılı sınav veren, Türkiye ekonomisinin güçlü yanı olarak gösterilen finans sektörü için IMF ne istiyor olabilir ki? IMF'nin talebi, "Beklenmedik Durum Planı" (Contingency Plan). Aslında bu plan, kurmayları ikiye bölmüş durumda. Bir tarafta Niyet Mektubu'na ayrıntılı plan yansıtılmasına sıcak bakan Hazine ve Merkez Bankası diğer tarafta "Eylem planı hazırlayalım ama IMF'ye katı taahhütlerde bulunmaya gerek yok." diyen BDDK. Esasen, Türk bankalarının sistemik riskle karşılaşması halinde ne tür önlemler alınacağı gerek Merkez Bankası Kanunu'nda gerekse Bankacılık Kanunu'nda var. Bu tür bir B Planı'nın gerekliliğini ilk kez 16 Aralık 2008'de Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz duyurmuştu. Yılmaz, "2009 Yılı Para ve Kur Politikası" nı anlatırken sürpriz bir başlık açmıştı. Küresel kriz nedeniyle Türk bankacılık sisteminde belirsizlik ve güvensizlik oluşması, fon çekilişlerinin hızlanması durumunda kredi desteği verileceğini söylemişti.
Yılmaz, "Bu aracı kullanma koşullarının oluşmayacağını öngörmekle beraber, her türlü olumsuzluğa hazır olmak istiyoruz" demiş ve Merkez Bankası Kanunu'nun 40. maddesini hatırlatma gereği duymuştu. Kaldı ki Bankacılık Kanunu'nun 72. maddesi de "Sistemik riske karşı alınacak önlemler" başlığını taşıyor.
İddia edildiği gibi, bankacılık sektörünü ilgilendiren tüm yapısal kararların doğrudan IMF'ye danışılarak alınması söz konusu olacaksa fiili yetki devri anlamına gelen bu durum gerçekten sıkıntı yaratır. Ayrıca bankacılık sektörüne yönelik aksiyon planı hazırlamak ayrı şey, bunun Niyet Mektubu'na bağlanıp Ankara'nın esnekliğini ortadan kaldırması ayrı şeydir. Eğer, sermayesi zayıflayan bir bankaya ne yapılacağını IMF belirleyecek olursa, Türkiye deneyimi bunun hayırlı sonuçlar vermediğini gösteriyor. Yok, BDDK bu kararı verecek IMF de gözetleyici rolünü üstlenecekse bunun uluslar arası aktörlere yansıyacak mesaj değeri vardır ve bu kadarı yeterlidir.
Seçim sonrası, Türkiye ekonomisine 3 yıllık yeni perspektif kazandırılması gerekiyor. Bürokratlarla bir süredir 2012 yılını esas alan projeksiyonlar yapılıyor. Çalışmaların özünü, "ek mali önlem ihtiyacı" oluşturuyor. Zaten bam teli de burada düğümleniyor. Acaba Türkiye, iç talebi canlandırıcı yeni önlemlere devam mı edecek yoksa harcama kısıcı ve hatta gelir artırıcı mali disiplin alanına mı dönecek? Başbakan Tayyip Erdoğan bu yıl ekonominin küçülmesine taraftar değil. Oysa somut ekonomik veriler, bu niyetle örtüşmüyor.
Hazırlanan mali planlar pozitif büyüme öngörmüyor. Yıllık bütçe açığı tahmini 40 milyar TL'yi fazlasıyla aşıyor. 2009'da faiz dışı açık bekleniyor. Ve tabi Londra'daki G20 Zirvesi'nde IMF kaynaklarının takviyesine karar verilmesi. Bakan Mehmet Şimşek, gelişmiş ülkelerin finansal ihtiyaçlarındaki artış nedeni ile gelişmekte olan ülkeleri piyasadan dışlayabileceğini, IMF rezervlerinin güçlendirilmesi ile bu riskin aşıldığını düşünüyor. Bu gelişmenin anlamlı olabilmesi, uygun koşullu programla 47 milyar dolar alabilen Meksika tarifesinin Türkiye'ye de uygulanmasından geçiyor. IMF, klasik şablonu dayatırsa Ankara'da iyimser tablo değişebilir."