Hükümet tarafından faiz indirimi taleplerine cevap veren TCMB başkanı Erdem Başçı, yanlış uygulamaların, zamansız ve zorlama indirimlerin 1994'teki gibi devlete çok ciddi faiz yükü getirebileceği gibi bir örnekleme yaptı. Ama Başçı 1994'teki faiz krizinin nedenleri için detaylı bir açıklama yapmamıştı.
Lakin bizim gündem üzerine bilgisi olmasa bile, nasılsa halkımızın da bilgisi olmadığını, hafızaların yazıf olacağını düşünen bir çok yorumcumuz, bir anda tv.lerdeki programlarında ya da, tv.ekranlarına konuk olarak katıldıkları programlarda, internet haberlerinde 1994 faiz krizi hakkında bilgisizce yorumlar yapmaya başladılar. Hatta bazı yorumcu arkadaşlar, muhtemelen o tarihte orta okul ya da lisede okurken yaşanan bu süreç için tamamen kulaktan duyma, ya da birilerinin açıklamalarını okuyarak edindikleri izlenimlerini o günün gerçekleriymiş gibi anlattılar. 1994'ü TCBM faizlerinin geçmiş istatistiklerine bakarak yorumlama kalktılar.
1994 Faiz Krizi Neden Çıktı?
Türkiye'de siyasi popülizm yüzünden doğru yönetilmeyen devlet, bir süre sonra memur ve işçilerinin maaşları için bile kamu bankalarının kaynaklarını kullanır olmuştu. Bankalardan alınan borçlar bu ödemeler ve devletin diğer açıklarını kapatmak için kullanılıp bankalara hazine kağıdı veriliyor, yıl sonu bunlar hazine tarafından kapatılıyordu. Sonra işler o kadar rutine dönüştü ki, artık kamu bankalarından alınan bu borçlar kapatılmadan yeni yıla borç devri yapılmaya başlanmıştı.
Tabii bu kadar çok borç yükü olan bir devleti karşışında bulan özel sektör bankaları da, esas amaçlarını unutmuşlar, esas faaliyetlerini bir kenara bırakmışlar, yüksek borçla yakaladıkları kamuyu yüksek faizlerle fonlamayı kendilerine amaç edinmişlerdi. Halktan yüksek faizle para toplanıyor, nasılsa daha yüksek faizle kamuya borç veriliyordu.
İşte böyle bir dönemde Özal'ın ani ölümü ile Demirel'in cumhurbaşkanı olmak için başbakanlığı bırakması üzerine, siyasete vitrin olsun diye Demirel tarafından kazandırılan Boğaziçi Üniversitesi'nin en genç ekonomi profesörlerinden biri olan Tansu Çiller, yanlış hatırlamıyorsam ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı iken bir anda DYP'nin genel başkanı ve SHP-DYP koalisyon hükümetinin başbakanı oluverdi.
Ancak aynı yıllarda bir başka gelişme daha yaşanıyordu. Dünyada ilk kez İngiltere telefon idaresini çok ciddi bir değerle özelleştirmişti. Dünya yatırım piyasası telefon ya da telekom özelleştirmelerine açtı ve çok ilgiliydi. Başbakan Tansu Çiller, bu konjonktürü PTT'nin T'sini özelleştirmek, yabancılara satmak için görüşmelere başladı. Türkiye'nin 40-45 Milyar Dolar civarında olan toplam borcu ile kıyaslandığında bu özelleştirme için piyasaya düşen rakamlar o zamanlar için 35-40 Milyar Dolar düzeyinde dolaşıyordu. Daha sonra Çiller de benzer rakamları telaffuz etmiştir.
İşte bir anda karşışında devlete bu kadar büyük bir özelleştirme geliri yaratma imkanını bulan zamanın başbakanı Çiller, nasılsa PTT'nin T'sini satarım düşüncesi ile hazineden bankaların yüksek faiz taleplerini geri çeviriyor, art arda yapılması gereken hazine iç borçlanma ihalelerini iptal ediyordu. Nasılsa T özelleşecek, gelecek para ile de devletin neredeyse tüm borcunun bile çok büyük bir kısmı kapatılacakken, bankalara yüksek faiz ödemek istemiyordu. Dolar kuru da 16.000-17.000 TL civarındaydı.
Ancak yabancılarla satış görüşmelerini yapan Çiller meclisten satış için yasa çıkardıkça, kendi iktidar ortağı SHP ve onun üyesi olan (belki o sıra dışişleri bakanı da olabilir) Mümtaz Hoca(Soysal), bu girişimlerin önüne hukuki set çekiyordu. Son anda da PTT'Tsinin özelleştirmesini Anayasa Mahkemesi'nde iptal ettirdiler.
İşte ne olduysa bu iptal üzerine oldu. Ratingçiler Türkiye'nin kredi notlarını düşürdüler. Nasılsa T'yi satacağım diyerek hazine ihaleleri iptal edildiği için, devlet bir anda ödemesi gereken borcuyla karşı karşıya kaldı. Ama bu borcu satılsaydı fazlası ile kapatacak T'nin satışı iptal edilmişti. Kamunun içinde bulunduğu zor durumu bilen, iptal edeilen hazine ihaleleri nedeniyle de çok sıkışmış kamuyu açık yakalayan bankalar çok yüksek faizler isteyince, Çiller bankaların bu baskısını kırmak için, üç aylık % 50 net faizle halka doğrudan kamu kağıdı sattı. Katılım yani talep çok yüksek olunca da, gerektiğinde devletin yine halka başvurabileceğini gören bankalar, hazine ihalelerine katılmaya başladılar. Ama tabii yine yüksek faizlerle.
Yani 1994'teki faiz krizi hükümet sadece zorlama ile faizi düşürmek istediği için olmadı. Özelleştirmeyi yaparım diye düşünüldüğü için hazine ihaleleri iptal edilmişti. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.
Tabii bu arada Dolar kuru 38.000'leri hatta yanlış hatırlamıyorsam geçici bir süre 41.000 seviyesini bile görmüştü. Yani çok büyük bir devalüasyon yaşandı. Devlet, borcumu kapatır mıyım derken,çok büyük bir iç-dış borç altına girmiş oldu. Ancak sonrasında 1995-96-97 yıllarında da % 7'lik büyüme oranlarıyla büyüdük. Ama Türkiye bu kriz nedeniyle çok büyük ekonomik yara aldı. Belki müzmin kamu borcundan tam da kurtulacakken, daha da derinleşip büyüyen bir kamu borcu ile bu günlere geldik.
Peki olayları bu kadar detaylı nasıl biliyorum? 1992 yılında borsada broker olarak çalışmaya başlamıştım. 1994 faiz ve döviz krizi esnasında Dolar kuru 40.000'lere dayandığında, eski ANAP'ın ekonomiden sorumlu bakanı E.Pakdemirli Dolar için sorulan tahmin sorusuna gidişat böyle sürerse 80.000 bile olur deyince, halkın bu açıklamalardan çok büyük panik yapabileceğini, bu nedenle de yüksek fiyatla alacağı dövizler nedeniyle büyük zarara uğrayacağını düşünerek, tam 14 tane gazete ve ekonomi dergisinin o zamanki genel yayın yönetmenlerine Dolar'ın da bir hesabının olduğunu gösteren bir yazı yazmıştım.
Dolar ile TL'nin geçmişte doğru değerde olduğu varsayılan bir yıldan itibaren ABD ve Türkiye'nin enflasyon ve faizlerini o güne kadar mahsuplaşarak getirdiğimizde Dolar değerinin 26.500 TL'nin % 5 üstü, % 5 altında olması gerektiği hakkındaki düşüncemi aktaran bir tabloyu içeren bu mektubu yollayarak, en azından bu hesabın doğru olduğunu söylemeseler bile, böyle hesaplar yapanlar da var derseniz, ilgisiz kurları bu kadar rahat konuşanların kulaklarına kar suyu kaçırmış oluruz. Böylece, bir kur tahmininde bulunurlarken, daha dikkatli konuşurlar demiştim.
Tabii o zaman da bu çabayı, yine kendi halinde bir broker olan Aydın Eroğlu olarak yaptığım için, mektubu yolladığım 14 yerin 13'ünden hiç bir cevap bile alamadım. Bir tek Sabah Gazetesi adına Necati Doğru (ben öyle hatırlıyorum ama ilgili mektup arşivimde bir yerlerde olduğu için bulup teyitini yapabilirim), konu hakkındaki duyarlı davranşınızdan ötürü size teşekkür ediyorum diye cevap göndermişti.
Netice? Netice şu; o günden bugüne yine bir çok kişi, bir çok konuda doğru bilgiye sahip olmadığı halde konuşmaya devam ediyor. Tabii yine bu tip bir çok kişi tv ya da medyanın diğer organlarında bu düşüncelerini gerçek bir bilgiymiş gibi aktarabiliyor.
Dolar Kuru Ne Oldu? Aradaki onca yaşanan yüksek enflasyon ve faize rağmen aylar sonra 28.500'e indi. Yaklaşık bir, bir buçuk sene de o seviyelerde durdu.
Ama bence en önemli ve üzücü netice de şu; o tarihte devlet malı yabancılara peşkeş çekiliyor diyerek satışı iptal edilen T'yi yıllar sonra yine sattık. Hem de toplam borcumuzun 300 Milyar Dolar düzeyine gelmiş olduğu bir ortamda, zamanında satmadığımız T'nin % 51 ya da % 55'ini 6,5 Milyar Dolar'a sattık. Yani tamamı yaklaşık 12 Milyar Dolar civarına denk gelen bir rakama satıldı. Peki 1994'te sadece T'yi yani telefonunun % 51'ini satarak, iç borcumuzun tamamını, hatta toplam borcumuzun büyük kısmını kapatabilecekken, buna izin vermeyenler devlete iyilik mi yapmış oldular? Devlet malını korumuş mu oldular? Acaba o gün bu satış yapılsaydı, borçlarından kurtulmuş bir Türkiye bugün nasıl bir ülke olurdu ve dünyadaki yeri ne olurdu diye düşünmeden edemiyorum! Tabii arada onca siyasi ve ekonomik kriz de yaşanmamış olurdu.
İşte bu arkadaşlar, sizlere içinde benim de bir anım olan 1994 faiz krizini kendimce yorumladım. Lütfen siz siz olun, her denene hemen inanmayın.
Saygılarımla
Aydın Eroğlu
Stratejist
Finans Yazarı
Twitter;borsaanalizci.com