Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde en çok geliştirmesi, kapasite ve kalite artırması gereken konuların başında gıda, tarım ve hayvancılık sektörleri geliyor.
Bu amaçla, “devlet” ve çeşitli kuruluşlar özellikle tarım ve hayvancılık alanında ciddi destekler veriyor. Ancak, durum öyle gösteriyor ki bu destekler asıl sahipleri olan çiftçilere, köylüye değil, daha çok sermaye sahiplerine gidiyor. Çünkü, bu desteklerle ilgili şartnameler çiftçiyi düşünerek hazırlanmamış. Durum böyle olunca da köylü/çiftçi kredilere ulaşamazken, sermaye sahipleri rahatlıkla aldıkları bu kredilerde ve kurdukları modern işletmelerle daha az maliyetle süt üreterek köylünün en büyük rakibi oluyor. Devletin köylüyü koruyucu bir yaklaşım sergilememesi de köylü ve çiftçiyi büyük süt işleme tesislerinin kölesi haline getiriyor.
Türkiye’nin ilk tarımsal danışmalık şirketi olma özelliğini taşıyan Lansy Mühendislik & Danışmanlık Hayvancılık Projeleri Birim Koordinatörü Veteriner Hekim Erhan Başer ile yapmış olduğumuz röportaj, tarım ve hayvancılık konusunda verilen desteklerle ilgili gerçekleri gözler önüne seriyor.
DESTEKLERİN SADECE ADI VAR!
Türkiye’de son yıllarda modern tarım ve hayvancılık alanında çok hızlı bir artış görüldüğüne belirten Başer, hali hazırda aktif olan destekleri şu şekilde aktardı;
“Ülkemizde tarım ve hayvancılığı geliştirebilmek amacıyla verilen birçok destek, hibe ve kredi programları bulunmaktadır. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından her yıl dönemsel yayınlanan “Kırsal Kalkınmayı Destekleme Programı” kapsamında proje başına 300 bin TL’ye kadar hibe verilmektedir. Diğer yandan T.C. Ziraat Bankası’nın 7 milyon 500 bin TL’ye kadar sıfır faizli, 7 yıl vadeli ve 2 yıl da geri ödemesiz olarak kullandırdığı yeni yatırım hayvancılık kredileri mevcuttur. Yine Avrupa Birliği’nin ortak tarım politikası oluşturmayı amaçladığı ve Türkiye gibi birliğe katılım sürecindeki ülkelere kullandırdığı “IPARD” (Instrument for Pre-.Accession-Rural Development) adı altındaki proje başına 1 milyon 500 bin Euro’yu bulabilen hibe destekleri de yatırımcılarla buluşmak için uygun projeleri beklemektedirler.”
Günümüzde alanda artık sadece proje yapanların ve uygulayanların ayakta kaldığını ifade eden Veteriner Hekim Erhan Başer, bahsedilen fon kaynaklarını ne yazık ki her vatandaşın kullanabilmesinin mümkün olamadığını dile getiriyor. Başer, bunu şu örnekle anlatıyor; “Mesela, Ziraat Bankası kullandıracağı kredi için kredi tutarının bir buçuk katı kadar teminat (ipotek) istemektedir. Karlı bir süt sığırcılığı için minimum 100 baş sağmal hayvan önerilmektedir. Bu büyüklükteki modern bir işletmenin yaklaşık toplam tutarı 1milyon TL’yi aşmaktadır. Dolayısıyla standart bir çiftçinin bu krediyi kullanabilmesi için 1 milyon 500 bin TL’lik bir teminat (ipotek) göstermesi gerekmektedir. Bu da ne yazık ki çoğu zaman mümkün olamamaktadır. Devletin verdiği bu destekleri, yukarıda verilen örnek dikkatle incelendiğinde ancak büyük sanayici ve işadamlarının kullanabileceği açıkça görülebilmektedir.
Benzer örnekler IPARD ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Programları için de geçerlidir. Çünkü verilen hibe destekleri genellikle toplam proje tutarının yüzde 50’si olmaktadır. Maalesef standart bir çiftçinin, köylümüzün kalan yüzde 50’yi de ödeyecek gücü yoktur. Bütün bunların üstüne, bu fon kaynaklarının kişiye uygunluğuna bakmaksızın köylümüze umut vererek ve heveslendirerek köylümüzü, çiftçilerimizi dolandıran umut tacirleri de bulunmaktadır. Kesinlikle unutulmamalıdır ki bu tarz hibe, destek ve modern işletme projeleri ancak profesyonel ve uzman ekiplerce yapılmalıdır.”
DİĞER BÜYÜK SORUN: PROSEDÜRLER
Erhan Başer, tarım ve hayvancılığı destekleyen birçok faktör bulunmasına karşın diğer bir sorunun da resmi prosedürler olduğuna dikkat çekiyor. Başer, devletin bir yandan yatırımcıya destekler sağlarken, diğer yandan da yine devletin kendi prosedürleriyle yatırımcının önünü kestiğini, işleri yavaşlattığını vurguluyor. Başer, bu sorunu şu şekilde özetliyor. Modern bir hayvancılık tesisi yapmaya karar veren bir şahıs ya da tüzel kişilik, yatırımı için gereken inşaata kazmayı vurabilmesi için minimum 2-3 ay boyunca devlet kurumlarından izin almaya çalışmakta, yaklaşık 13 ayrı kurumdan görüş almakta ve bazı kurumlara ciddi harçlar ödemektedirler.
Bu sorun nedeniyle köylü/çiftçinin ne bu fon kaynaklarından doğru düzgün yararlanabildiğini ne de bahsedilen prosedürleri aşabildiğini dile getiren Veteriner Hekim Erhan Başer, “Modern bir hayvancılık işletmesi kurabilmek için sadece mimari proje çizimine ve onaylatılmasına yaklaşık 20 bin TL ödemek zorunda olduğunu ve faaliyete geçebilmesi için devlet kurumlarında 2-3 ay uğraşması gerektiğini öğrenen köylü Mehmet Amca’nın “O paraya 5 inek daha alırım. O kadar zamanım da yok! Ne gerek var projeye!” tepkisi aslında tüm gerçeği özetlemektedir” diyor.
KREDİLER SANAYİCİYE GİDİYOR
Ziraat Bankası’nın verdiği desteğin kesinlikle tartışılamayacak kadar büyük olduğunu ancak asıl çiftçilerin ve gerçekten hayvancılıkla uğraşanların daha etkin ve uygulanabilir desteklere ihtiyacı olduğunu belirten Veteriner Hekim Erhan Başer, özellikle tekstil sektöründeki birçok sanayicinin hayvancılık yatırımına başladığını bildirdi. Bu tesislerde modern bir üretim başladığını belirten Başer, çiftçiler için ise kaygı duyduğunu dile getirdi.
Çiftçi/köylülerin ne yazık ki büyük ve modern işletmeler kurabilecek kadar sermaye sahibi olmadığının altını çizen Başer, “Çiftçilerimiz ellerindeki 3-5 inek ile fiziki ve maddi imkansızlıklardan dolayı kaliteli-hijyenik süt üretememekte ve sütlerini, süt işleme tesislerine daha ucuza satmak zorunda kalmaktadırlar. Hayvancılıkta şu an yaşanan, aslında büyük süper marketlerin bakkallar üzerinde kurduğu baskıdan farksızdır. Modern işletmelerde tüm ekipmanlar otomatiktir ve insan gücü ihtiyacı da minimumdadır. Maliyetler de tabi ki daha düşüktür. Örneğin 100 Başlık bir süt sığırcılığı işletmesine 4 işçi yeterlidir. Köylüden hayvancılığı kontrolsüz bir şekilde alıp sanayicinin eline vermek ateşle oynamaktan farksızdır. Birden elindeki son ineği de alınan köylülerimiz göçe itilecek, maddi imkansızlıklarla birlikte terör, hırsızlık, tecavüz, gasp vs. gibi toplumsal yaralar büyüyecektir” dedi.
ÇÖZÜM
Köylünün mevcut durumdan en avantajlı şekilde yararlanmalarını ancak ve ancak kooperatifleşerek birleşmelerinde gören Veteriner Hekim Erhan Başer, “Her çiftçi 3-5 inek bakacağına kooperatifleşerek modern büyük işletmeler kurmalıdır” diyor.
Ülkemizin özellikle Güney Marmara Bölgesi’nde bu birleşmelerin örnekleri bulunduğunu belirten Erhan Başer, çözümü şu şekilde aktardı;
“Sonuç olarak ülkemiz tarım ve hayvancılığı gerçekten de belli bir seviyeye gelmektedir. Trakya, Marmara ve Ege başta olmak üzere tüm Türkiye’ de modern işletmelerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Türk halkı artık daha kaliteli ve güvenli gıda tüketmek için bir şeyleri sorgular hale gelmiştir. Tarım ve hayvancılık alanındaki bu hızlı modernleşme ve büyüme kesinlikle kontrollü yapılmalıdır ve çiftçimiz kesinlikle mağdur edilmemelidir. Yeni yapılacak olan modern hayvancılık işletmeleri kurulurken mutlaka uzman ekiplerden destek alınmalıdır.
Devletimiz ve milletimiz, sanayileşme adına köylünün elinden son ineğini de alacak olursa bunun bedelini çok ağır ödeyeceğini unutmamalıdır. Mevcut duruma çözüm önerilerim, köylüyü kooperatifleşmeye teşvik edici yasaların etkinliğinin artırılması, prosedürlerin hafifletilmesi, gerçekten hayvancılık yapacak olanlara bu kredi ve hibe imkanlarının titizlikle ve daha kolaylıkla dağıtılmasıdır. Köylünün ürettiği sütün taban fiyatı oluşurken devlet köylüyü koruyucu bir yaklaşım sergilemeli ve çiftçimizi büyük süt işleme tesislerinin kölesi haline getirmemelidir.”
MEVCUT DURUM!
Türkiye’de hayvancılık konusunda mevcut durum konusunda da bilgi veren Veteriner Hekim Erhan Başer; şunları aktardı;
“Türkiye’de tarım sektörü nüfusun yüzde 66’sını istihdam ediyor ve kırsal nüfus toplam nüfusun yüzde 35’ini oluşturuyor. Tarımsal etkinliklerin üçte biri hayvancılık alanında ve bu kapsamda yaklaşık 2.5 milyon işletme ve çiftlik faal durumda. Bu kayıtlı işletmelerin ise sadece yüzde 2 si modern sayılabilecek ve AB standartlarında üretim yapabilen işletmeler. Türkiye yıllık 10 milyar litre süt üretimi ile dünyanın en büyük 15 süt üreticisi ülke arasında yer alıyor. Üretilen sütün yüzde 90’ını inek sütü oluşturmakta, geri kalan ise keçi, koyun ve manda sütü olarak marjinal miktarlarda dağılmakta.
Üretim koşulları, ülkenin doğu ve batı bölgeleri arasında önemli farklılıklar gösteriyor. Ülkenin batısı ve Akdeniz Bölgesi’nde daha elverişli olan üretim koşulları ticari amaçlı süt üretiminin gelişmesine imkan tanıyor. Buna karşılık ülkenin doğu ve kuzey bölgelerinde yaygın küçük üretim egemen durumda. Bu üretimin özelliği; geçimlik olması ve üretimde profesyonel yaklaşımın yoksun olması. Bu özellikler sonucunda beslenme ve hayvan sağlığı alanında sorunlar ortaya çıkmakta, düşük verimlilik yüksek toplama maliyetlerini doğurmakta, bu durum düşük kaliteyi beraberinde getirmekte.
Ülkedeki farklı jeolojik-iklimsel koşullar, değişik sığır ırklarının varlığını ve yetiştiriciliğini doğurmakta. Yerli ırk sığır genellikle Orta Anadolu, Marmara ve Ege bölgelerinde görülüyor. Saf ırk hayvanlar batıda daha yaygın. Süt verimi ırka göre değişiyor. 2010 yılı istatistiklerine göre durum şöyle:
Saf ırkta laktasyon (ineğin bir yılda süt verdiği dönem) dönemi başına 3 bin 881 litre, melez ırkta laktasyon dönemi başına 2 bin 711 litre, yerli ırkta ise laktasyon dönemi başına 1.317 litredir. Ülke ortalaması ise laktasyon dönemi başına 1.700 litre. Bu süt verimi gelişmiş ülkelere göre çok düşük kalıyor. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde inek başına laktasyon verimi 9 bin litreleri buluyor. Koyun, keçi ve manda yetiştiriciliği Türkiye’de uzun bir geçmişe sahip. Ne var ki, geleneksel meralardan göç, otlakların bozulması, yayım desteği bulunmaması ve sütte kendini sürdürebilir bir pazarlama ve işleme sisteminin bulunmayışı gibi nedenlerden dolayı bu etkinlik giderek geriliyor.”
**
Selçuk Altun
Ekonomi/Finans Editörü
**