Merkez Bankası tarafından son dönemde kamuoyunda gönderilen sinyaller ile verilen mesaj iç talepteki güçlü büyümenin yavaşlatılmasıdır. En azından benim anladığım bu. Peki bu sinyali nasıl ve kimin üzerinden gönderiyor? Sinyal, para piyasaları üzerinden bankalara iletiliyor ve buradan tüm ekonomiye yayılması arzu deliyor. Merkez Bankası’na göre, dışarı yaratılan likidite daha yüksek getiri nedeniyle gelişmekte olan diğer ülkelere ve ülkemize geliyor. Gelen sermayenin önemli kısmı kısa vadeli olduğu için piyasalarda makro dengelerin yarattığından daha olumlu bir hava doğuyor. TL değer kazanıyor, dışarıda üretilen mallar ucuzluyor, güçlü iç talep ile birleşince de cari açık oluşuyor.
Birinci adımda kısa vadeli sermaye girişini cazip kılan ortamın düzeltilmesi gereğinden hareketle Merkez Bankası günlük faiz oranlarını yüzde 1.5’e düşürüyor. Haftalık faiz oranlarını ise yüzde 6.25 olarak açıklıyor. Belirlediği bu faiz oranından piyasaya ne kadar likidite vereceğini de açıklamıyor, piyasanın kendi kendini temizlemesini bekliyor. İkinci adımda, bankaların verdiklerin kredilerin doğrudan cari açığı büyüttüğünü varsayan Merkez Bankası kredi miktarını sınırlandıran adımlar atıyor, kaynaklar üzerine ağır ölçüde zorunlu karşılık getiriyor. Böylece iki aşamalı bir kazanım bekliyor, öncelikle piyasadaki likidite azaltılacak aynı zamanda kaynaklar daha pahalı hale getirilecek ki kredi miktarı azalırken fiyatı da artsın.
Zorunlu karşılıkların artırılmasından sonra bankalardan çekilen likidite miktarı 20 milyar TL’ye çıkacak. Başka bir bakış açısıyla bu miktarda kredi açılmasına izin verilmemiş olacak. Merkez Bankası’nın basitleştirilmiş yaklaşımı ve varsayım altında 50 milyar TL gelir azalırken, 2 milyar dolar daha az cari açık verilmiş olacak. Bankaların maliyetlerinin ve likidite ihtiyacının arttığı açık, bu durumda ya kredileri sınırlandıracaklar ya mevduat faizlerini yükseltecekler ya da dışarıdan daha fazla borç alacaklar. Kredilerin getirisi devlet iç borçlanma senetlerinin üzerinde olduğu ve daha iyi gelir sağladığı kısa dönemde ya bankalar Hazine’ye daha az kredi verirlerse bu durumda Hazine’nin borçlanma faizi artacaktır. Bu durumda özel sektör yatırımlarında, üretiminde ve tüketiminde düşüş olacaktır. Bankalar bireysel kredilerini daha fazla kısarlarsa bu kez tüketiciler daha fazla faiz ödemek zorunda kalacaklardır.
Bankalar kredilerine dokunmak yerine mevduat faizlerini aşağıya çekebilirler ki ilk reaksiyon bu yönde oldu. Bu durumda tüketim daha da hızlanabilir ya da TL’den kaçış olabilir. Her iki durumda Merkez Bankası’nın işini güçleştirebilir. Gelelim yabancı yatırımcıların davranışına, kısa vadeden (bir gün) uzun vadeye (bir hafta) geçiş yapmak için piyasada yaratılan hareketlilik bazı yatırımcıların keyfini kaçırdı ama bazıları için yeni fırsatlara da neden oldu. İlk veriler yabancılarını çıkışının girişten daha fazla olduğu yönünde. Bundan dolayıdır ki kurlar hızlandı, faiz oranları yükseldi.
Bu durumda verilen sinyallerden çkan mesaj şu; 2011 yılında faizler daha yüksek olacak, TL 2010’a göre daha çok değer kaybedecek, ekonomide büyüme daha yavaş olacak. Yabancı para borçlu olanlar ortamın çok cazip değil, likiditesi olanlar için fırsatlar var. Merkez’i doğru okuyup, doğru adım atmak lazım, sonra hayat çok pahalı olabilir. (AYDIN AYAYDIN - VATAN)