FİNANS

Bize Ulaşın BİZE ULAŞIN

Uzman ekonomistler piyasaları değerlendirdi

Mynet Finans ve FinansOnline uzman yazarları piyasalar hakkında önemli değerlendirmelerde bulundular. Borsa, döviz ve faizden petrole kadar bir çok alanda önemli tespitler yapan uzman ekonomistler şunlara dikkat çekti;

Oğuz BÜKTEL: Kur ve faiz cephesinde son gelişmeler

Piyasalarda geçen hafta Cuma ve bu Pazartesi günü yaşadığımız kur gerginliğini şöyle bir döngüye bağlamak mümkündü:

1. Dünyada dolar düşüyor, petrol yükseliyor
2. Petrol yükseliyor, borsalar düşüyor
3. Borsalar düşüyor, YTL değer kaybediyor
4. Dolar dünyada değer kaybetmesine rağmen, YTL’ye karşı değer kazanıyor

Dün ise Fed başkanı Bernanke’nin yaptığı enflasyon uyarıları ve verdiği faiz yükselecek sinyali ardından dolar değer kazandı ve petrol düştü.

Yılbaşından bu yana yaşadığımız gelişmelere tabloda bir bakarsak, yılbaşından bu yana yaşadığımız gelişmelerin (dün haricinde) son bir haftada da yaşandığını görüyoruz. Bunların tersinin olduğunu düşünelim, dolar yükselsin, petrol düşüşe geçsin (dün olduğu gibi), benzer bir döngü ile yine YTL dolara karşı değer kaybediyor, belki bu sefer daha hızlı.

Özetle algılamalar kötüyken, dünyadaki hareketler ve artan volatilite YTL’nin değer kaybına yol açabiliyor. Peki YTL’nin değer kazandığı günler yok mu, elbette var. Dünya piyasalarında hareketler daha sınırlıyken ve volatilite düşmüşken, özellikle hem bileşik faizlerin, hem de gecelik faizlerin seviyesinin cazip olması, YTL’yi kısa vadeli olarak, çabuk giriş çıkış yapılabilen ve karlı bir yatırım aracı haline getirebiliyor. Bu dönemlerde piyasada YTL değer kazanıyor, ama faizlerin düşmediğini ve borsanın da yerinde saydığını görebiliyoruz.

Dün asıl bizi endişelendiren hareket ise özellikle faizde yaşadığımız hızlı yükseliş, mevcut ortamda yatırımcının bono yerine gecelik faizleri tercih ettiğini tekrar gösterdi. Bir taraftan dünyada enflasyonist endişeler yaygınlaşırken, faizlerin de bu tip tepkiler vermesi doğal gözükmekle birlikte, hareketin bu denli hızlı olması panik satışları da beraberinde getirdi.

Bu gelişmelerin ve Türkiye’nin en kötü performans gösteren gelişen piyasa olmasının temel nedenini anlamak kolay. Türkiye’nin yüksek cari açığı, yüksek enerji ithalatı bu mevcut sistem içerisinde piyasada yaşanan spekülatif hareketlere karşı kırılganlığını artırıyor. Bu kırılganlık, 2001 kriz döneminde yaşadığımıza benzer bir kırılganlık değil. Borç dinamiklerimiz geçen son 6-7 yılda bunu gündemden düşürdü. Burada yaşadığımız, enflasyona yol açan, portföy hareketlerini olumsuz etkileyen, borsanın düşmesine yol açan bir kırılganlık. Üstelik de Türkiye kendi eliyle bu ateşi körüklüyor. Seçimlerin tamamlanmasının ardından siyasette kriz çıkarıyor, Avrupa Birliği’ni ikinci plana atıyor, mali hedefleri revize ederek IMF anlaşmasını bile yenilemiyor. Üstüne üstlük son yıllarda hükümetin zaman zaman saptığı popülizm patikasına karşı, hükümet tarafından atanmasına karşın dik durabilen Merkez Bankası da, belki gerçekçi, ama abartılı ve popülizmin de kullanabileceği boyutta bir revizyon yapıyor. Eh, bütün bunlar üstüste gelip de, beklentiler kötüleşince, enflasyon %12’lere çıkması kesinleşmişken, büyüme senaryoları aşağı çekilirken, ve üstüne üstlük hükümetteki parti dahi kendi geleceğini bilemeyip reform süreci taammen askıya alınmışken Türkiye’nin kırılganlığının bu düzeyde kalması bile aslında piyasaların iyimserliği gibi algılanabiliyor.

Eğer faizlerdeki tedirginlik sürerse bunun kura da daha hızlı birşekilde yansıması beklenebilir. Bu durumda ise önümüzdeki Pazartesi günü Merkez Bankası’nın yapacağı faiz toplantısı ve çıkacak sonuç, verilecek sinyallerle birlikte önem kazanacaktır

Erdal SAĞLAM: Faiz tahminleri de artacak

Enflasyon beklentilerindeki bozulmanın, fiyatlama davranışlarını olumsuz etkilediği giderek bariz biçimde görülüyor. Bu nedenle bankaların yorumları beklenti anket sonuçlarını da aşmaya başladı. Örneğin son günlerde yılsonu enflasyon beklentilerinin hemen hepsi çift haneye çıktı. Şu anda yılsonu enflasyon beklentilerinin yüzde 11 civarında olduğunu söyleyebiliriz.

Ancak gidişat öyle gösteriyor ki; yılbaşından bu yana cari açık tahminlerinin sürekli yükseldiği gibi, bundan sonra da enflasyon tahminleri de giderek yükselmeye devam edecek. Yani birkaç ay sonra yılsonu enflasyon beklentilerinin yüzde 15’e doğru yaklaşması sürpriz olmamalı.

Bu sadece siyasi tansiyonun yükselmesi veya yurt dışından ithal ettiğimiz enflasyonla da ilgili değil. Örneğin petrol fiyatlarının yükselmeye devam etmese bile, mevcut seyrini koruyacağı artık anlaşılıyor. Dolayısıyla Temmuz başında yapılacak elektrik zammının yüzde 30’u bulacağı söylenmeye başlanırken, akaryakıt fiyatlarındaki artışın devam etmesi de kaçınılmaz görülüyor. Yani her şey enflasyon tahminlerinin yükselmeye devam edeceğini gösteriyor. Bu trendin geriye dönüşü ise önümüzdeki birkaç aylık süre için pek de mümkün görülmüyor.

Dolayısıyla ekonomik göstergelerdeki bozulma her açıdan yaşanmaya başladı. Kurlarda bariz bir artış görülüp, İMKB’de düşüşler yaşanırken, en büyük etki ise faizlerde yaşanmaya başladı.

Dün yaptığı ihalede Hazine, yeniden ihraç ettiği 13 Ocak 2010 vadeli gösterge kıymete yüzde 21.59 faiz ödemeye razı oldu. Bununla da yetinilmedi, ihale sonrasındaki işlemlerde faiz hızla yükselmeye devam etti. Gösterge bileşik faiz işlem bazında yüzde 22.54 ile, 2006 dalgalanmasında bulduğu seviyeyi gördü.

Bütün bu gelişmeler piyasaların Merkez Bankası’nın faiz artış oranı konusundaki beklentilerini de artırmaya başladı.

Geçen hafta, bu ay çeyrek puanlık artırım bekleyen piyasaların tahminlerini yarım puana çıkardığını söylemiştik. Bizce bu ayki faiz artış beklentisi de, yıl sonuna kadar yapılacak artırım oranlarına ilişkin toplam beklenti de, önümüzdeki günlerde artmaya devam edecek.

Tabi ki bütün bu gelişmeler ışığında Merkez Bankası’nın işinin giderek zorlaştığını söylememiz gerekiyor. Merkez Bankası’nın daha önceki tahminlerimizde yazdığımız gibi, enflasyon tahminlerini değiştirerek uğradığı kredibilite kaybını göz önüne alarak, faiz artışlarını abartması sürpriz olmamalı.

Uğur GÜRSES: Herkes sıkıca sarılırken, biz neden zamana bırakıyoruz?

2001 sonrasında, herhangi bir mali piyasa sarsıntısında hemen aklımıza 2001 yılındaki ‘yıkıntı’ geliyordu. Oysa bu yıkıntının üzerine çok sağlam binalar inşa ettik. Ekonomimiz şimdi geçmişe göre çok daha dayanıklı. Ancak, böyle bir ‘retorik’ üzerine dayanarak, kurulu düzenin temel taşlarını yıpratmak hatasına da düşmemek gerekiyor. Aşırı yıpranma da çöküş getirebilir.

Temeller sağlam diyerek, mali disiplinden uzaklaşmak, ‘kale duvarında gedik’ açma nitelikli bazı popülist girişimlerde bulunmak doğru değil. Son 4-5 yılda ekonominin temel rotasının çok bozulmadığını düşünerek görece küçük olduğu düşünülen sapmaların önemli olmayabileceğini düşünmek de hata olacaktır.

Hâlâ çözemediğimiz temel sorun enflasyondan bahsediyoruz.

Bugün itibariyle, ekonomileri durgunluk sularına demir atan ABD gibi ülkeler başta olmak üzere birçok gelişmiş ülkede enflasyon konusunda ‘alarm zilleri’ çalınmaktadır. Bu ülkeler ki, fiyat istikrarını yakalamış, uzun yıllar boyunca ekonomilerini düşük enflasyon oranı ile istikrarlı biçimde götüren ülkelerdir. Hiçbiri, kendi kuruluşlarını ve işlevlerini belirleyen yasalarında yazılı olduğu halde, enflasyonu bir tarafa bırakıp ‘ne yapalım durgunluğa giriyoruz’ diye mücadeleyi bırakmış durumda değillerdir. Bu ülkeler, toplam ekonomileri ve birey başına düşen refah açısından en ‘tuzu kuru’ ülkelerdir. Buna karşın, bizde olduğu gibi ‘yahu ne olacak biraz gevşetelim’ biçimindeki herhangi bir düşünce bile akıllarına gelmemektedir.

Bu da şunu gösteriyor ki, bu ülkelerin bugünkü refahlarının ve ekonomik büyüme istikrarının arkasındaki temel güç, fiyat istikrarı imiş! O ülkelerin merkez bankalarına olan güven, siyasetçilerin desteğine olan inanç bir de.

Oralardaki parasal otoritelerin elleri şimdi politika faizlerine ‘uzanmış’ durumdadır. Biz, her şeyi Merkez Bankası’na bıraktık. O, ‘çok sıkarsam, ezilirsiniz’ diyor. Bu yüzden de zamana yaymayı tercih ediyor. Siyasal irade ise bu konudaki düşüncesini anlatmak için ortada yok.

Biz, henüz fiyat istikrarına ulaşmadan, ‘evet olduk’ diye düşünmeye, ‘canım Merkez Bankası da faizleri aşağı çeksin’ demeye başlamıştık.

Güneşlenerek D vitamini ürettik, ancak hâlâ kilolarımız alıp başını gidiyor, şekerimiz kontrol altında değil, egzersizi bıraktık, kolesterol değerimiz çok yükseldi. Zannediyoruz ki, D vitamini depomuzu yükselterek riskimiz azaldı?!

En ‘tuzu kuru’ ülkeler bile sıkıca enflasyon hedefine sarılırken, biz neden zamana yayıyoruz?

İnan DEMİR: Kötü olasılıklar tamamen fiyatlara dahil mi?

Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili kararı piyasa oyuncularının AKP kapatma davasının sonucuna ilişkin çıkarımlarda bulunmasına olanak tanıyor. Piyasa tepkisinin son derece sınırlı olması, piyasanın AKP’nin kapatılmasına büyük ölçüde hazırlıklı olduğu izlenimi veriyor.

Anlaşılan o ki kapatma davası sonrasında da Başbakan Erdoğan’ın bağımsız adaylığını da içeren bir “yumuşak geçiş” senaryosu fiyatlanıyor. Biz açıkçası bu yumuşak geçiş konusunda soru işaretleri taşıyoruz. Yanlış anlaşılmasın, Erdoğan’ın bağımsız olarak siyasete dönmesi mümkün olmadığı takdirde de “piyasa dostu” senaryoların (örneğin piyasaları memnun edecek bir emanteçi lider formülü) hayata geçmesi olası. Ama adı üstünde bunlar olasılık ve piyasaların yumuşak geçiş konusunda fazla rahat ve kayıtsız davranıyor olabileceği ihtimalini de göz ardı etmemek gerekiyor.

Prof. Dr. Hurşit GÜNEŞ: Bono faizleri ne kadar yükselebilir?

Enflasyonda gerçekleşmeler müthiş yükseldi. Beklentiler yüksekti. Daha da yükseldi. Nihayet Merkez Bankası hükümetle birlikte enflasyon hedeflerini değiştirdi. Bu durumda piyasa faizlerinin değişmesi beklenirdi. Değişmedi. Pekiyi bundan sonra yükselir mi?

Bunun birinci ve malum yanıtı enflasyonun daha da yükselme olasılığı. Biz bunu şimdilik olası görmüyoruz. Tabii yakın süreçte.

Ekonomik açıdan TL’de duran bir yatırımcının TL risklerini faize yansıtması gerekir. Daha yüksek bir cari açık ortaya çıkarken, dış dünya da çalkalanırken nasıl olur da reel faizler bu düzeyde kalır? Bunu anlamak da, yorumlamak da o denli zor. Kısacası teknik açıdan irrasyonel bir durumla karşı karşıyayız.

İkincisi siyasal riskler de daha fazla. İktidar partisinin kapatılması giderek belirginleşirken ve ülke istikrarsız bir ortama sürüklenirken nasıl olur da reel faizler yükselmez? Bunu da anlaması gayet zor. İşte bir türlü anlaşılmayan biçimde reel faizler yükselmiyor.

Tartışmaya devam edelim. Yabancıların bir süredir TL’ye girdiklerini biliyoruz. Ama gecelik pozisyonda kalmayı yeğliyorlar. Belki bunun uzaktan bir olumlu etkisi olabilir. İkincisi, yerli bankaların bazıları TL bazlı varlıklara epeyce teveccühte bulundular. Bu da belki faizin yükselmesini engellemiş olabilir.

Yurtdışındaki konjonktürü iyi izlemek gerek. 2007 yılının sonuna doğru yabancıların sürekli bonodan çıkarak borsaya girmelerini yerli yatırımcılar gözden kaçırmıştı. Oysa küresel gelişmelerin enflasyon yaratacağını yabancılar çok iyi görmüştü. Daha sonra da borsadan çıktılar. Bonodan ise pek çıkmadılar. Daha önce çıkacak çıktığından.

Artık enflasyondaki yeni hedeflerden sonra, hele bir daha faiz artırma gafletine düşmediği müddetçe Merkez Bankası pozisyonunu koruyacaktır. Aksi takdirde faizler bir kez daha yükselebilecektir. Özetle, kısa vadede faizlerin yukarı gitme olasılığı aşağı gitme olasılığından fazladır.

Deniz GÖKÇE: Dolar, petrol, altın ve pirinç!

Geçtiğimiz günlerde Avrupa Merkez Bankası’nın çeşitli yöneticileri enflasyonist ortamda faizleri yakında, mesela temmuz ayında, 4.25 düzeyine yükselteceklerini kuvvetle ima ederek söylemiş oldular. Onlar enflasyona çok hassas.

Buna karşılık ABD Merkez Bankası faizleri yüzde 2 düzeyine kadar indirmiş bulunuyor. Enflasyon artıyor olsa da resesyon korkusu nedeni ile de pek hızlı artırma niyetinde değil.

Bu durumun sonucu euro dolara karşı değer kaybetmiyor. Bu bir yandan enflasyona hassas Avrupa’da ithalat fiyatlarını düşürerek enflasyonun frenlenmesine yardım ediyor, diğer taraftan da büyüme sorunlu ABD’de, ihracat ABD büyümesini destekleyecek şekilde teşvik edilmiş oluyor.

Ancak farklı bir açıdan bakıldığında doların zayıflaması ABD’de de enflasyonu arttırıyor. Ve tabii ABD parası cinsinden ve ABD’de yatırım yapmış olanla yabancıları da ürkütüyor. Avrupa’nın ihracatını da kötü etkiliyor.

Diğer taraftan petrol fiyatlarında gelişmeler de her iki bölgede, hem AB hem de ABD ortamında korkuları artırıyor. Ama merkez bankalarının bu konuda yapabileceği pek bir şey yok. Son iki haftada petrol çıktığı 135 dolar fiyatından, 122 dolara indi, sonra da gene 139 dolara çıktı. Buradan nereye gidileceği de bilinmiyor.

Dünyada petrol artı tüm diğer emtia fiyatlarının, doların değeri düştükçe arttığını gözlemleyenler doların değerinin düşüşü durmadıkça petrol fiyatlarının sakinleşmeyeceğini söylüyorlar.

Bazı başka analistler ise petrol fiyatlarının yukarı çıkmasında en önemli bir faktörün doların değer kaybı olduğunu vurguluyorlar. Ama başka faktörlerin de en az dolar kuru kadar, yani çok önemli olduğunu vurguluyorlar.

Batının petrole alternatifler yaratma çabalarının, ve yatırımları alternatif enerji sektörlerine döndürmesinin de petrol ülkelerinin fiyat politikalarına ters etki yaptığı bu bağlamda vurgulanıyor.

Ayrıca dünya genelinde ve ama çok önemli olarak da Orta Doğu’nun petrol üreticisi Körfez ülkelerinde gerçekleşen ekonomik gelişme ve büyümenin enerjinin lokal olarak tüketilmesine yol açtığını, ve bu nedenle de petrol arz ve talebinin bozulan dengesinin ihracat fiyatlarını yukarıya doğru ittiğini vurguluyorlar.

Tabii bu analistler İran, Nijerya, Venezuella, Meksika veya ABD rafinelerinde ne tür gelişmeler olduğunun pek önemli olmadığını da söylüyorlar. Özetle de doların değer kaybının durmasının petrol fiyatının çıldırmasını bir ölçüde durdursa da tamamen ortadan kaldıramayacağını ortaya atıyorlar.

Ancak ABD’de petrol ve diğer emtia fiyatlarını dolar kuru ile açıklayan analizlerin iktisatçılar arasında oldukça destekçisi var. Bunlar ABD’nin güçlü dolar politikası uygulaması gerektiğini vurgulamaktalar.

Birçok insan emteaa fiyatlarının artışının spekülatörlerin işi olduğuna inanmayı kolay bir analiz olarak derhal kabul eder. Ancak iktisatçıların genelinin analizi farklıdır.

Birçok iktisatçı emtianın nominal fiyatlarının, fiyatların ifade edildiği para cinsi nedeniyle oynadığını vurgular. Petrol fiyatları da dolarla ifade edildiğinden petrol fiyatı artışı ile dolar değer kaybı başabaş gider. Ancak iktisatçılara göre çeşitli emtianın fiyatlarının, birbirine göre relatif gidişatı, arz ve talep tarafından, yani reel faktörler ile belirlenir.

Bu nedenle mesela hem altın hem de pirinç gibi malların değerlerinin dolar ile ifade edilmesi nedeni ile, altın ve pirinç gibi çok farklı iki emtianın fiyatlarının gidişatı, büyük çapta dolar kurunun gidişatı ile analiz edilmek zorundadır. Tabii arz ve talep de gündeme gelir ama spekülatör açıklaması iktisatçılar nezdinde pek kredibl değildir. Ama medya vatandaş adına şikayet mercii olduğu için hemen “meçhul asker” benzeri “meçhul bir spekülatör” gündeme gelir.

Analizi biraz daha teknik baza çevirelim. Mesela “para kurulu” denen para ve kur politikası sistemi alternatifini tüm dünyaya pazarlayanların başında gelen Steve Hanke adlı ABD Johns Hopkins Üniversitesi iktisatçısı, son zamanda gözlemlenen, hem altın hem de pirinç fiyatları artışının da, büyük çapta, doların değer kaybetmesinden kaynaklandığını vurguluyor.

Hanke analizinde altının değerini “benchmark” olarak alıyor. Çünkü genelde altının değeri ile doların değeri ters ilişkili. Sonra son altmış yıllık altın fiyatının artış trendini bölümlüyor.

Aylık altın fiyatlarını üç kategoriye ayırıyor: Nominal altın fiyatını, yüzde on değerinden fazla arttığı, yüzde ondan az arttığı ve azaldığı dönemler olarak inceliyor.

Altın fiyatının yüzde 10 arttığı 22 ayda pirinç fiyatı da takip eden 12 aylık süreçte kümülatif olarak ortalama yüzde 25 artmış. 278 ayda ise altın fiyatı yüzde on değerinin altında artınca, pirinç fiyatı sonraki 12 ayda kümülatif ortalama yüzde 7 civarında artmış. 398 ayda ise altın fiyatı ya sabit kalmış ya da düşmüş ve pirinç fiyatı da takip eden 12 ayda hemen hemen hiç kıpırdanmamış.

Doların güçlü olduğu 1979-2001 arasında altın fiyatı kümülatif yüzde 40 düşmüş. Bu dönemde pirinç fiyatı da kümülatif yüzde 52 düşüş sergilemiş. Doların güç kaybettiği 2001-2007 arasındaki sonrasındaki altı yılda ise altın fiyatı kümülatif yüzde 191 ve pirinç fiyatı ise kümülatif yüzde 127 artmış.

Benzer analizler petrol dahil tüm emtia için yapılabilir. Nominal fiyatlar kura, relatif fiyatlar ise arz ve talebe bağlıdır diye düşünmek galiba doğru.

Canlı Borsa


En Çok Aranan Haberler