Ekonomik büyüme ve enflasyondaki değişiklikler ülkenin ekonomik yapısının yanında ülke halkı için de önemli bir yer kaplıyor. 2012’deki büyümenin de yüzde 2,5 olduğunu varsayarsak, son 10 yıldaki ortalama büyüme oranı yüzde 5 olarak hesaplanıyor. Ekonomik performansın ikinci temel göstergesi enflasyona baktığımızda da ise 2012’yi nispeten iyi seviyelerde kapatan enflasyon 2013’e kötü bir başlangıç yaptı. Geçen yılın ocak ayında yüzde 0,56 yükselen fiyatların genel seviyesi bu yılın aynı ayında yüzde 1,65 yükseliş gösterince, yıllık enflasyonda 1,1 puanlık sıçrama yaşandı. Aralık ayında yüzde 6,2 olan yıllık enflasyon, ocak ayında yüzde 7,3’e tırmandı.
Ekonomideki büyümenin ücretlere yansıtılmamasının sonuçlarına baktığımızda, işçi ve memurların en düşük gelirli yüzde 60’ının gelirden aldığı payın son beş yılda yerinde saydığını görüyoruz. 2006 yılında yüzde 25,1 olan bu pay, 2008’de yüzde 26,0’ya yükseldikten sonra 2012’de yüzde 25,4’te kaldı. Toplu sözleşmede memura yüzde 4+4 zam verilirken aynı yıl içerisinde temel ihtiyaç maddelerine yüzde 30 zam yapıldı. Bütçe açıklarının kapatılması için, düşük silindirli otomobillerden alınan ÖTV artırıldı, tapu harçlarına zam yapıldı ve benzin, mazot, LPG’den alınan vergiler yükseltildi. Sadece 2012 yılının başından Ekim ayına kadar doğalgaz yüzde 29,3, LPG yüzde 25,9, Mazot yüzde 13,5, Benzin yğzde 12 zamlanmış oldu.
2013 yılı içerisine baktığımızda da durum çok farklı değil. 2013 yılında asgari ücrete yüzde 8,61 oranında zam gelirken, bu yıl ilk kez toplu sözleşme imzalayan memurlar, 2013 yılbaşında yüzde 3’lük zammın yanı sıra yüzde 1,3 de enflasyon farkı aldı.
Türkiye gelir dağılımında alt sıralarda
Enflasyona endekslenen maaş zamları, temel ihtiyaçlara gelen zamlar ile karşılaştırıldığında ekonomik koşulların olumsuzlukları dolayısıyla, çalışanın mağduriyeti daha da ön plana çıkıyor. Aylıklara yapılan zam, enflasyon oranını aşmadığı takdirde ücretlilerin milli gelirden aldığı pay düşüyor. Bu durumda satın alma gücü korunurken sabit gelirli kesim, varlıklı kesimlere göre yoksullaşıyor.
Bugün ülkemizin en zengin %20’si ile en fakir %20’si arasında tam 8 kat fark oluşmuş durumda. Maaş zamlarının enflasyona odaklanmasıyla işgücünün düşük gelirli yüzde 60’ı refah payına karşılık gelen bir zam alamazken, yüksek gelirli yüzde 40’ın aylıkları enflasyon oranının üstünde arttığı için gelir dağılımında adaletsizlikler ortaya çıkıyor. Adil ücret sistemindeki bu bozukluk, Türkiye’yi OECD’nin gelir dağılımı en bozuk üçüncü, yoksulluğun en yoğun olduğu beşinci ülkesi yaptı.
Maaş zamlarını enflasyona endekslemenin bir diğer olumsuz etkisi de iç talepteki duraklamadır. İşçi, memur ve emeklinin aylık maaş artışlarındaki zamlar nedeniyle reel satın alma gücü değişemeyerek durağan seyrettiğini ve nüfusun büyük kısmının satın alma gücü durağan kalınca da düşük gelirli kesimde borçların artması nedeniyle, tasarruf oranlarında düşüşler yaşandığını gözlemledik.
Ekonomideki verimlilik artışının ücretlere yansıtılması refahı artırır
Gelişmiş ülkelerin bir bölümünde bu gibi sorunlarla karşılaşmamak adına ekonomideki verimlilik artışının ücretlere yansıtılması yöntemi tercih edilmektedir. Bu kapsamda Türkiye’de de işçi, memur ve emeklilerin, enflasyon oranı kadar bir zamla birlikte refah payı veya gelişme payı olarak adlandırılan bir ek zammı da almaları gerekir. Yani Türkiye gibi ekonomik ve politik açıdan her geçen gün gelişim gösteren bir ülkede çalışanlara TEFE-TÜFE’ye göre belirlenmiş bir oranda zam ve buna ek olarak piyasa koşulları göz önünde bulundurularak performans bazlı zam yapılmalıdır. Böylece çalışanlar ve emekliler büyüyen pastadan hak ettikleri payı almış olur.