FİNANS

Bize Ulaşın BİZE ULAŞIN

Aylık strateji: Seçim sonrası bahar mı, güz mü?

Ocak ayına yönelik ekonomik verileri, ekonomide daralmanın sonuna gelinmiş olabileceği yönünde zayıf sinyaller vermekteydi. Son dönemde hem yurtdışından, hem de yurtiçinden gelen veriler ise bu umutları boşa çıkarırken, aynı zamanda krizin boyutunun, önceki 2001 krizinin de ötesinde olduğunu gösterdi. Bu doğrultuda, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde 2009 yılında yaşanacak daralmaya yönelik tahminlerin yukarı yönlü güncellendiği izlenirken, biz de geçtiğimiz hafta başında, Türkiye daralma tahminimizi önceki yüzde 1’den yüzde 5’e çekmiştik.

Ne var ki, mevcut duruma yönelik bu olumsuz görünümün aynı ölçüde piyasalara yansıdığını söylemek mümkün değil. Piyasaların genelde, geçtiğimiz Kasım’da ulaştığı en olumsuz noktanın bir kademe altına geldiği gözlenirken, (örneğin S&P500 endeksi, Kasım seviyelerinin yüzde 10 altına kadar geldi) bu seviyelerin kalıcı olmadığı görüldü. ABD’de açıklanan ekonomik paketlerin etkisini göstermesi ve finansal piyasalardaki sorunların azalması beklentisi ile piyasalardaki toparlanmanın çok uzağında olmadığımız yönündeki ümitler, sert düşüşlerin kalıcı olmasına izin vermiyor. Ancak bu noktadan sonra yeni gelecek verilerin, özellikle de istihdam piyasası verilerinin ve öncü gösterge endekslerinin, en azından önceki değerlerinden daha kötü gelmemesi, zayıf görünüme işaret etse de, bu zayıflıkta belli bir istikrar kazanması beklenecektir. Bunun olmaması, piyasalardaki sert düşüş dönemlerine aklıselimle yaklaşan ve alım fırsatı olarak değerlendiren kesimin geri çekilmesini ve panik satışlarının karşılık bulmayarak çok daha sert düşüşlere yol açmasını getirebilir. Ancak, ekonominin yeni bir dönüm noktasından olduğu mevcut dönemde, risklerin her iki yönde de olduğuna dikkat etmek gerekmektedir.

Yurtdışındaki görünüme paralel olarak, yurtiçi görünüm de bir kademe daha olumsuza kaymıştır. Geçtiğimiz hafta başında 2009 daralma tahminimizi yüzde 5’e çekerken, birçok analistin de, bunun üzerinde veya altında revizyonlara gittiği görüldü. Bu rakamla uyumlu olarak bizim çizdiğimiz senaryo, krizin derinliğinin 2001’dekinden fazla olmasını ve toparlanmanın o dönemdekinden daha geç hayata geçmesini içermektedir yani gelişmiş ülkeler için çizilen senaryoyla da büyük ölçüde uyumludur.

Benzer gelişmelerin diğer gelişmekte olan ülkelerde de yaşandığını bilsek de, büyümedeki böylesi bir daralmanın diğer makroekonomik ve finansal veriler üzerindeki etkileri dikkat çekici bulmaktayız. (Geçen hafta yayınladığımız Glokal Ekonomist raporunda bu konuyu ayrıntılı olarak inceledik.) Şimdilik yurtiçi ve yurtdışı finansmana yönelik endişeler IMF ile yapılması beklenen anlaşma ve buradaki kredi imkanı ile arka planda kalmaktadır. Anlaşılan odur ki, Türkiye’nin IMF ile masada kalması, yani kredi imkanının gerektiğinde kullanılabilecek olması, piyasaların endişelerini yatıştırmaya yetmektedir. Bizim hesaplamalarımıza göre 34 mlr dolara ulaşmasını beklediğimiz dış finansman ihtiyacı ve yüzde 93 olmasını beklediğimiz Hazine’nin iç borç çevirme oranı, Türkiye piyasalarına özgü belirgin bir olumsuzluk doğurmadığı söylenebilir. Gerçi geçtiğimiz hafta IMKB’nin performansı, diğer ülkelerin belirgin olarak altında kaldığı izlenmiştir, ancak bunun kalıcı bir trendin başlangıcı olduğunu söylemeden önce bir süre daha izlemek gerekecektir.

Sonuçta piyasalardaki ana trendi yurtdışı gelişmeler çizecektir ve oradaki toparlanmanın güç kazanması, Türkiye’ye de yansıyacaktır. Burada, Türkiye’nin görece performansı konusunda en belirleyici konu, IMF anlaşmasının akibeti olmaya devam edecektir. Son gelişmelerden sonra gelinen noktada, bu konuda halen birçok belirsizlik olduğu görülmektedir. Bir kere, yetkililer tarafından yeni yeni telafuz edilmeye başlayan, 2009 yılı bütçesinde büyüyen açığın telafisi konusu vardır. Bir tarafta hükümetin söylemi ve son dönemde aldığı kararlar açığın daha da artmasını getirirken, belediye seçimlerinin hemen sonrasında bunu geri alacak önlemlerin hayata geçmesi ihtimalini çok da yüksek görmüyoruz. Bu durumda tek çıkış, IMF’nin bu yıl faiz dışı fazlanın ‘negatif’ bölgeye geçmesine izin vermesi gibi durmaktadır. Ayrıca şu an için ‘geç ve yavaş toparlanma’ senaryosu üzerinden konuştuğumuz için, 2010 yılında da bu mali gevşemenin telafi edilmesini beklemek, vergi gelirlerinde muhtemel zayıf performans devam edeceği için, gerçekçi durmamaktadır. Gelir idaresinde yapılacak düzenleme konusunda esneklik gösterilmesi, bu konuda fazla sorun olmayacağını düşündürmektedir. Diğer taraftan, haftasonunda Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in açıklamalarına göre, diğer bir anlaşmazlık noktası olan vergi denetimi konusunda, Maliye çalışma yürüttükten sonra konu IMF ile görüşülecektir. Bu durum, IMF ile olası bir anlaşma olsa bile bunun çok kısa sürede olmayacağını ve tartışılıp sonuca bağlanması gereken önemli alanlar olduğunu düşündürmektedir.

Sonuç olarak, IMF anlaşması konusunda olumlu bir sonucun çıkması veya bu umutların devam etmesi, Türkiye’nin bu kriz sürecindeki avantajlı taraflarının (düşen cari açık, sağlam bankacılık sektörü, düşük kaldıraç oranları) ön planda olmasını getirecektir. Ancak, piyasalarda genel beklenti, 29 Mart’taki yerel seçimlerden kısa bir süre sonra IMF anlaşmasının hayata geçmesi yönündedir. Buradaki olası bir gecikme veya olumsuz haberler ise, Türkiye’nin devam eden zayıflıklarının (iç ve dış finansman ihtiyacı) ön plana geçerek, Türkiye piyasalarının görece performansının zayıflamasına yol açabilir.

KALDIRACI İNDİRELİM

Yabancı yatırımcılar istikrarlı şekilde Türkiye’deki portföy yatırımlarını azaltmaya Şubat ayında da devam etmişlerdir. Fiyat hareketlerinden arındırılmış aylık net çıkış 1.7 mlr dolar olurken, sene başından itibaren toplam fon çıkışı da 2.9 mlr dolara ulaşmıştır. Bu çıkışın 2.4 mlr dolarlık çok önemli kısmı tahvil piyasasında gerçekleşmiştir.

Yabancı portföylerinin geçen yılın Ağustos ayından itibaren istikrarlı bir çıkış eğilimine geçtikleri izlenmektedir. Temmuz sonundan Şubat sonuna kadarki 6 aylık dönemde toplam 9.0 mlr dolarlık portföy çıkışı olduğunu hesaplarken, bunun 6.8 mlr dolarlık kısmı tahvilden, 3.3 mlr doları da hisse senetlerinden olmuştur. Ayrıca fon çıkışlarının sadece portföy kanalı ile sınırlı olmadığını, ödemeler dengesi istatistikleri göstermektedir. Kasım 2008 – Ocak 2009 döneminde net kredi geri ödemesi 7.8 mlr dolar olurken, bankalarınki 4.3 mlr dolar, şirketlerinki ise 3.4 mlr dolar düzeyindedir.

Mart ayına gelindiğinde de durumun fazla değişmediği gözlenmektedir. Bizim hesaplamalarımıza göre Mart ayının ilk 13 gününde yabancılar hisse senedi portföylerini net 0.3 mlr dolar azaltmıştır. Tahvil piyasasındaki yabancı portföylerindeki düşüş ise, ayın il 10 gününde 0.6 mlr dolar olmuştur.

LOKAL PİYASALAR FAZLA OYNAK DEĞİL

Türkiye piyasalarındaki genel oynaklık düzeyini ölçen Riskölçer, son günlerde yükselse de, halen risk iştahında zayıflamayı işaret edebilecek bir seviyede değildir. Bu da yurtiçi yerleşiklerin, özellikle kurların yükseldiği dönemlerde gözlenen ters dolarizasyOn eğilimini desteklemektedir.

DÖVİZ SATMAYA DEVAM

Global risk iştahındaki zayıflama ile Şubat ayında kurlarda yükseliş gözlenmiştir. Alım-satım kararlarında kur seviyesine hassas hareket eden yurtiçi yerleşikler de bu dönemde, döviz satmaya devam etmişlerdir. Şubat ayında DTH 2.8 mlr dolar düşerken, toplam portföy içerisindeki döviz payı da 1.1 puan daha düşüşle yüzde 25.1 olmuştur. Bu da, 2006 ortalarında gelinen önceki en düşük seviyenin, 0.1 puan da olsa daha altında bir orana işaret etmektedir.

Ters dolarizasyon eğiliminin daha çok bireysel tasarruflarda olduğu, ticari kesimde ise, yüksek döviz yükümlülüklerinin de etkisi ile bu eğilimin çok daha sınırlı hissedildiği görülüyor. BDDK verilerinden yaptığımız hesaplamaya göre, son 6 ayda tasarruf mevduatındaki döviz payı 8.8 puan düşüşle yüzde 26.5 olurken, ticari mevduattaki oran 4.5 puan düşüşle yüzde 43.5’e gerilemiştir. Çözülmenin daha yoğun hissedildiği bireysel mevduattaki oranın düşük yerlere gelmesi, önümüzdeki dönemde daha fazla çözülme görmemizin ihtimalini azaltmaktadır.

EUROBOND PORTFÖYÜNÜN ALICILARA GÖRE DAĞILIMI

Veri kaynaklarından bizim derlediğimiz ve toplam eurobond portföyünün yaklaşık yarısını temsil eden verilere göre Ocak ayında yurtiçi yerleşiklerin portföyünde 0.5mlr dolarlık artış olurken, yabancıların portföyü 0.2 mlr dolar artmıştır. Ocak ayında Hazine’nin 1.0 mlr dolarlık net ihracının en azından yarısını yurtiçi yerleşiklerin, daha çok da yurtiçi bankaların, aldığı görülmektedir.

DEVLET TAHVİLLERİNİN ALICILARA GÖRE DAĞILIMI

Ocak ayında piyasada işlem gören tahvillerdeki yatırım fonlarının ve bankaların payları 0.3 puan artarken, yabancı yatırımcıların payı 0.6 puan gerilemiştir. Gerçek ve tüzel kişilerin paylarında ise önemli bir değişiklik olmamıştır.

TEMEL GÖRÜNÜMDE BOZULMA VAR

Son dönemde cari denge, sanayi üretimi ve enflasyon tarafından gelen olumsuz sürprizlerin etkisi ile Temel Sürpriz Endeksi -1 değerine kadar gerilemiştir. Temel ekonomik görünümün beklentilerden kötü gelişmeye başlaması ve IMF anlaşmasına yönelik belirsizliklerle Türkiye’nin spreadlerinin, diğer gelişmekte olan ülkelere göre son dönemdeki daha iyi performansının, geri alınmaya başladığı yönünde zayıf da olsa sinyaller gelmeye başlamıştır. Türkiye spreadi ile gelişmekte olan ülkelerin ortalamasını yansıtan EMBI+ spreadi arasında, Türkiye’nin lehine olan fark, Ocak başında 168 baz puana kadar çıktıktan sonra, son günlerde 117 baz puana kadar gerilemiştir."

(Fortis)

Express


En Çok Aranan Haberler