FİNANS

Analistler piyasalar için ne düşünüyor?

**

YİĞİT BULUT: PİYASALAR BOZULUYOR AMA KUR 1,22’LERDE**

Başlık sonrası yeni bir soru soralım; kurların olması gereken bir yer varsa, birileri de oraya çekebiliyorsa; “serbest piyasadan” ve “özgür yatırımcıdan” bahsedilebilir mi?
Bahsedilemez... Serbest dalgalı sistemlerde, buna hisse senetlerinin fiyatlandırması da dahil, “olması gereken yer” mantığı en tehlikeli yaklaşımdır... Fiyat, “tamamen kaotik bir temel üzerinde, arz ve talebin bütün riskleri yansıttığı kabul edilerek” oluşur. “Olması gereken yer” diyenler, arz ve talebi oluşturanların aleyhine işleyecek, spekülatörlerin ekmeğine yağ sürecek bir alt sistemi harekete geçirirler... Aynen, son 4 yılda “2 milyon olması gerekir” diyenlerin, halka en büyük kötülüğü yapmış olması gibi...

Sonuç 1: Piyasalarda, ’değer’ anlık bileşenlerin oluşturduğu bir veri olarak algılanmalıdır. Yaşayan gelişmeler ve katılımcıların algılamaları, sonuç değeri yansıtır... “Olması gereken değer”, anlık görülen kesişmedir... Her saniye oluşan veri “olması gereken noktayı” yaratır ve bir saniye sonra değişen veri ile “kesişim” noktası farklıdır...

Bu noktada tartışmayı “felsefi” bir boyuta taşıyalım. ’Matrix’ filmini hatırlıyorsunuz. Oradan bir sahneyi gözümüzün önüne getirelim; Neo, kâhine gidiyor ve geleceği hakkında bir soru sorup, cevap alıyor. Ayrıntı burada gizli: Kâhin’in, Neo ile konuşmasında geleceği bilmesi, Neo’nun özgür olmadığını mı gösteriyor? Veya aynı mantığı yukarıdaki yazı içine taşıyalım; belli aralıklarda “kuru tahmin edebiliyor” olmamız, yatırımcıların özgür iradesi ile hareket etmediğini mi gösteriyor?

Sonuç 2: Varılacak noktalar olasılık olarak tahmin edilebilir. Arada yaşanan gelişmeler, özgür iradenin atacağı adımlar ve yatırımcıların yaratacağı taleplerin toplamı; “durumu ve sonuçları” belirler. Anlık veriler, iç içe geçmiş binlerce olasılığın, birbirlerini etkileyen sebep-sonuç ilişkisiyle belirlenirken olasılıkları değerlendirip, işleyen ve sonucu yaratan özgür iradedir. Piyasalardan bir örnek; 10 milyar doları Türkiye’ye sokmaya seçim sonuçları ile karar veren bir Ortadoğu kaynaklı fonun yöneticisiyim. Bu parayı getirip, Türkiye’de YTL’ye çevirip, yatırım yapmak istiyorum. İşte benim özgür iradem. Peki “kuru olması gerektiği yere çekeceklerini” iddia edenlerin çalışmaları ne olacak?

Son söz: ‘Kurun olması gereken’ yer diyenlere ve özellikle “sonuçlar ile oynayıp, sebepleri ihmal edebileceklerini” düşünenlere seslenmek istiyorum; lütfen piyasalar ile oynamayı ve bu yöntem ile “sonuçları” yani “çıktıları” değiştirmeyi aklınızdan bile geçirmeyin... Bir düşünürün, biraz değiştirdiğim cümlesi ile bitirelim; “Piyasa; düşünerek algılayanlar için çözülebilir kaotik bir komedi, hissederek algılayanlar için ise sonu gelmez bir trajedidir”...

Bu felsefi tartışma sonrası gelelim piyasalara…

DOW 12,000 altında kapandı..DOW futurlarında ciddi yukarı hareket var…Uzak Doğu kötü başladı ama satışlar geri alındı…Dolar-Yen hala 108-110 sınırında..Petrol fiyatlarında hareket var..Altın 900 dolar üzerinde..

Bu veriler ile bizde neler olabilir?

İMKB’de 38,000 altını mutlaka zorlayacaklar ama DOW eğer açıldığında futurları gibi tepki verirse; sarkma “çok sert” olmamalı daha doğrusu 38,000 bölgesi “ikinci kapanışı” yapmadan “kırıldı” demek için erken tezi dikkate alınmalı…

Kısa vadede 38,000 bölgesi “bu gece altında kapanış” olmadığı sürece hala destek…Ayrıca tekrar hatırlatmamda yarar var; DOW daha önce 11,800 ve altını test etiğinde İMKB 38,000’de dayanmıştı…

Dolarda hala aynı tez geçerli; 1,22 kısa vadeli destek, 1,25 kısa vadeli zor direnç ve faizde 21,50 destek-22 direnç.

SALİH NEFTÇİ: PETROLDE DÜN HİÇBİR ŞEY OLMADI, İYİ HABER DEĞİL

Elbette Suudi’lerden hafta sonu bir çok haber geldi. Petrol üretimini artıracaklardı. Düşük gelirli ülkelere 500 milyon dolar yardım yapacaklardı. Ayrıca bu hafta sonu Körfez ülkeleri hisseleri de yükselmişti. Başta Suudi hisseleri olmak üzere.

Tipik bir Suudi Arabistan stratejisi. Benzerlerini daha öncede görmüştük. Ve sonunda bir şey çıkmamıştı.

Bu sefer de öyle olacak mı diye merak ediyoruz.

Brent petrol fiyatlarının aşağıda verdiğimiz gidişine bakarsanız, sanki piyasalar bu sonucu Cuma gününden tahmin etmişlerdi.
Piyasanın bugünkü açılışı ve sonradan da nasıl kapandığı sanırız önemli olacak.

Ayrıca

Sürpriz haberler de henüz sonuçlanmış olmayabilir.

Tezgah faraziyesi boş çıktı

Suudi Arabistan daha önce de altından kalkamayacağı stratejilere girmişti.

“Bu sefer bir bildikleri vardır. Aynı yanlışı yapmazlar” dedik ve petrolde tezgah faraziyesini oluşturduk.

Bu satırları Türkiye saatiyle Pazar gecesi yazıyoruz.

Ne yazık ki bu tezgah faraziyesi boş çıktı.

Bütün mesele Araplar arasında kimin önder olacağı meselesi. Suudi Arabistan’ın bu yöndeki hamlesi (yine) boş çıktı.

Şu anda bu faraziye beklemede. Ve….bundan sonra altından bir şey çıkacağa da benzemiyor.

Petrol sorunu “Karakoldaki sonuca doğru” gitmeye devam ediyor.

Biz bu işin sonunu göremiyoruz.

ALİ AĞAOĞLU: 200 HAFTALIK HAREKETLİ ORTALAMA

Cuma günü Avrupa ve ABD borsalarının gün içindeki hareketlerine IMKB hayli iyi direndi. Kurların sakin seyrinin yanı sıra, teknik olarak kritik dirençlerde olmamızın da payı vardı.

Temmuz-Ağustos-Ekim aylarındaki zirve-düşük-zirve hareketinin teknik düzeltmesi 38,100 bölgesinde, 200 haftalık hareketli ortalama (ki geçtiğimiz hafta Finansonline’da bu konuda bir kaç yazı ve hatırlatma yer almıştı) 38,038 seviyesindeydi. Bu seviyeler hafta boyunca “tuttu” ve kapanışlar hep üzerinde oldu.

Taa ki Cuma gününe kadar. Cuma günü ABD borsalarının açılmasıyla, gün boyu süren direnç zayıfladı. Özellikle endekste önemli ağırlığı olan Garanti Bankası hisse senedindeki alımlarla güçlü “görünen” endeks, seans sonuna doğru hem bu hissenin az da olsa zirvelerinden gerilemesi, hem de diğer hisselere gelen satışlarla 37,912 seviyesinden kapandı.

Bu seviye neden önemli derseniz, teknik analizcilerin takip ettikleri 200 haftalık hareketli ortalamanın (HHO) altındaki bir kapanış olması açısından önemli. Ölümcül bir kriter midir 200 HHO ? Tabii ki değil, bir analist 200 diğeri 213, diğeri 220’ye bakabilir. Subjektif bir değerlendirmedir.

200 az çok ‘klâsikleşmiş’ HO’lardan biri. Asıl önemli olan satış ağırlığının bu seviyelere rağmen devam ediyor olması.

Teknik olarak herşey çok mu kötü derseniz, bir kaç olumlu haber de yok değil.

Benim takip etmekte olduğum MACD (Moving Average convergence Divergence) ve RSI (Relative Strenght Index) indikatörleri “aşırı satım” bölgesinde olduğumuzu gösteriyor. Haftalık bazda bu durumun düzelmesi muhakkak ki belli bir süre alacaktır.

Ancak yönün “sağlam bir şekilde” yukarı dönmesi için henüz daha güçlü sinyaller yok.

Yine de ‘hiç bir piyasanın tek yönlü olarak aşağı ya da yukarı gitmeyeceği prensibiyle’ bizim piyasalarımızda da düşüşün yakın zamanda durmasını ve bir düzeltme görülmesini bekliyorum.

Eğer ki 38 bin taban seviyesi “kararlı bir şekilde” düşüş trendi boyunca aşağı yönlü geçilirse sırasıyla 35.400, 33.800 ve 32.500 seviyelerine kadar bir düşüş görebiliriz.

Yok eğer umutlu olduğum düzeltme bu düşüşler öncesinde yaşanır ise ilk hamlede 40 binli endeks seviyelerinin üzerine çıkabiliriz.

Dip seviyesini “teyit ettikten” sonra nerelere kadar çıkabileceğimizi hesaplamak daha kolay olacaktır.

ERDAL SAĞLAM: PİYASANIN MERKEZ’E BAKIŞI DEĞİŞİYOR

Piyasalarda Merkez Bankası yönetimine bakış, enflasyon hedefindeki değişiklikten sonra, olumsuz yönde değişmeye başladı. Merkez Bankası’na, son faiz kararı ve Başkan’ın açıklamaları nedeniyle artık çok daha eleştirel yaklaşılıyor. Örneğin, son faiz kararı açıklamasında yeralan, “bir faiz artışı” ibaresinin “bundan sonra tek faiz artırımı” anlamına gelmesinden korkuluyor. Piyasalar belki de ilk kez Merkez Bankası’nı “aşırı iyimser” bulmaya başladılar.

Halbuki daha önce Merkez Bankası’nı, kendi deyimiyle, “ihtiyatlı” bulan piyasalarda “Biz uçsak bile Merkez Bankası temkinli davranır aşırı gidişatı engeller” yönünde oluşmuş bir güven vardı. Yani Merkez Bankası yönetiminin ne yaptığını iyi bildiği düşünülüyor, o nedenle alınan kararlar fazla sorgulanmıyordu.

İhracatçı kesim sözcüleri ve bazı oda başkanları ile bakanlar, özellikle faiz artışı kararının ardından Merkez Bankası’na yüklenmeyi adet edindiler. Piyasalarda Merkez Bankası’nın kararlarını sorgulayanlar arasında da bazı faiz artışı kararları nedeniyle Merkez’i enflasyonla mücadele konusunda “aşırı ihtiyatlı” bulanlar olabiliyordu. Ama piyasalarda Merkez Bankası’nı iyimser bulana ben pek rastlamadım.

“Enflasyon hedeflemesi” yapan Merkez Bankası’nın anlaşılmaz bir zamanlama ile hedefleri değiştirmesinden sonra beklenen oldu ve itibarı zedelendi. İtibarını kazanmak için Merkez Bankası’nın çok daha sert ve tavizsiz durması beklenirken tam tersine daha yumuşak bir çizgiye girmesi ise itibar kaybının hızlanması ve güven kaybına yol açmaya başladı.

İşte son hafta içinde, belki de ilk kez, piyasalarda “Merkez Bankası’nın aşırı iyimser” olduğu konuşulmaya başladı. Özellikle gıda ve enerji fiyatlarının ikincil etkileri konusunda Merkez Bankası’nın iyimser bulan bazı piyasa yorumcuları, “Merkez’in iyimser bir tutum takınmasının, zaten varolan popülizmi iyice artıracağı ve enflasyonla mücadelede gevşeyip, enflasyonlu eski döneme dönüşü destekleyeceği” görüşündeler.

Özetle; mali disiplinin kaybolduğu, siyasi kargaşa nedeniyle daha da kaybolabileceği bir döneme girilirken Merkez Bankası’nın ihtiyatlı tutumunu sürdürmesinin çok daha yerinde olacağı görüşündeler.

KREDİBİLİTE AÇIĞI

Merkez Bankası’nın iyimser tutumu aynı zamanda “siyasetin dümen suyuna girmek” ile de eşanlamlı bulunuyor. Bu da bağımsızlık açısından Merkez Bankası’na olan güveni bir kez daha zedelemiş oluyor.

Piyasaya oyuncuları zaten bir süredir karamsarlık havasına girmiş durumdalar. Bunun üzerine Merkez Bankası’nın iyimser denilebilecek yorumları gelince, karamsarlığın daha da arttığını söyleyebilirim.

Örneğin Mayıs ayındaki faiz kararının metninde, “gerektiği takdirde önümüzdeki dönemde de ölçülü faiz artışı Kurul’un gündeminde olacaktır” denilirken, son toplantı metninde bu cümlenin “gerektiğinde ölçülü bir faiz artışına gidilebilecektir” olarak değişmesi, piyasaların çok fazla dikkatini çekmiş durumda. Bunun bir Türkçe hatası olabileceğine ihtimal veriliyor ama bir yandan da “acaba Merkez Bankası sadece bir faiz artırımı yapacağını mı söylemeye çalışıyor” yorumları da yapılıyor.

Bu ihtimal ise piyasaları doğal olarak korkutuyor. Bundan sonra sadece bir faiz artırımı yapılacağından sözedilmesi halinde özellikle dışarıdan sermaye akışının tehlikeye gireceğinden sözedip, bunun tehlikeli bir eğilim olduğunu söyleyenlerin sayısı bir hayli fazla.

Batı merkez bankalarının beklentileri olumlu etkilemek için böyle bir söz edebileceğini, böyle bir sinyal verebileceğini ama bizim durumumuzun o kadar iyi olmadığını kaydeden bazı bankacılar, “Beklentileri bu yönde oluşturmanın piyasalara büyük zarar vereceğini” kaydediyorlar.

Çekirdek enflasyonlarını kontrol altında tutmayı başarabilmiş ülkelerin merkez bankalarının enflasyon beklentilerinin daha fazla kötüleşmesini engellemek için sinyal nitelikli artırımlar ve/veya duruş değişiklikleriyle durumu kontrol altına almaya çalıştığını hatırlatan bankacıların bir bölümü, Türkiye’de ise “kredibilite açığı”nın çok yüksek olduğunu bu nedenle batı merkez bankalarının taktiğinin bizde tutmayacağını, hatta tehlikeli bir durum yaratabileceğini söylüyorlar.

Özetle; Merkez Bankası’na olan güven zedelendi ve son tavırları güveni tazelemek yerine, güvensizliği artırıyor.

Piyasaların tek çıpası Merkez Bankası kalmıştı, o da taramaya başladı...

PROF. DR. HURŞİT GÜNEŞ: KİMSE KİMSEYİ MALİ DİSİPLİNLE ALDATMASIN

Geçenlerde İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde bir panele katıldık. Konu küresel ekonomik gelişmeler ışığındaki kamu maliyesindeki performanstı. Konuşmacılardan biri de Prof. Dr. Ömer Faruk Batırel’di. Maliye uzmanı olan Batırel son yıllarda çok ciddi bir mali disiplin uygulandığını savundu. Ben de itiraz ettim. Batırel’in pozisyonu genel olarak kabul görse de ben buna katılmıyorum.

Çoğu ekonomist 2001 krizinden bu yana çok başarılı bir kamu mali disiplinle (yani yüksek boyutta faiz-dışı fazla yaratılarak) hem kamu borçlarının azaltıldığını, hem fiyat istikrarına yardımcı olunduğunu belirtiyor.

Oysa bütçe açığının daraltılması ya da faiz-dışı fazla yaratılması mutlaka mali disiplin anlamına gelmiyor. Bütçe disiplini kamu harcamalarında ciddi bir tasarrufa gidilmesi ile elde edilir.

Bütçe açığının yeni vergilerle azaltılması da disiplin değildir. Yine aynı miktarda harcama yapılıyorsa devletin ekonomi içindeki payı azalmamış, ekonomik canlanmaya destek veren bir politika sürüyor demektir. Mali disiplin için mutlaka harcamaların frenlenmesi gerekir. Nitekim 2006 yılında IMF faiz-dışı fazlanın yanı sıra ek bir hedef koyarak faiz-dışı harcamaların azaltılmasını istedi.

1. Kriz öncesi dönemle karşılaştırıldığında elbette faiz-dışı fazla çok arttı. Bu anlamda durum elbette çok iyi..
2. Ancak yeni milli gelir verileri açıklandığında 2003-2006 arası ortalama faiz-dışı fazla performansının yüzde 6,2 değil, 5,1 olduğu ortaya çıktı. 2007 yılında seçimlerle beraber bu daha da düştü; yüzde 3,5.
3.Krizden bu yana faiz-dışı harcamalar hep (2004 yılı hariç) enflasyonun üzerinde arttı. Hem de çok farklı olarak. İşte son tablomuzda da bunu gösteriyoruz. 2002-2007 döneminde tüketici fiyatları ortalama olarak her yıl yüzde 14 artmış, ama faiz-dışı kamu harcamaları ortalama olarak yüzde 26 artmış.
Kısacası; biz ciddi bir disiplin uygulandığı kanısında değiliz. Ekonomik canlılık nedeniyle dolaylı vergi tahsilâtları artmış, bu arada özelleştirme gelirleri de bütçeye gelir yazılıp denge tutturulmuştur. Ancak kimse kimseyi aldatmasın; satacak mal bitince mali disipline ne olacağını biri bize söylemeli.. Konu son derece önemli; çünkü enflasyonla mücadelede para politikası yalnız kalmış durumda. Mali disiplin de sorumluluğunu üstlenmeli.

UĞUR GÜRSES: ABD ENFLASYONDA KARARLI OLURSA

Gelişmiş ülkelerin merkez bankaları neredeyse son bir yılı, arz şoklarından gelen fiyat artışlarına karşı parasal sıkılaştırma yapmadan geçirdi. Bu doğaldı; göreli fiyatları etkilemek istemediler. Öte yandan ABD’de devam eden finansal krizin de kontrol altına alınması gerekiyordu. Ancak son dönemde, merkez bankalarında bir hareketlenme başladı. Peki, bu bir ‘sözlü sinyal etkisi’ yaratmak için mi yapılıyor?

ABD’nin öyküsü farklı, tamam. Ancak, onlar bile ‘makas değiştirmeye’ hazırlandıkları görüntüsü veriyorlar. Enflasyon konusunda en ‘şahin’ olan Alman ekolünün baskın olduğu Avrupa Merkez Bankası ve diğerleri ‘silahlarını’ çekmeye hazırlanıyorlar. Enflasyon tehlikesinin ‘semtlerine’ bile uğramadığı Japonlar bile ‘risk var’ diyor. Gelişen piyasalardaki merkez bankaları faizleri yukarı çekmeye başladılar bile. Brezilya, Meksika, Türkiye ve Hindistan merkez bankası faizleri yukarı çekti. Şimdi sıra G-7 ülkelerinde. Çünkü artık tolere edilebilecek sınırlar zorlanıyor.

Bugünden sonra iki olasılık var; birincisi, emtia ve enerji fiyatlarındaki bugünkü yüksek seviye korunacaksa gelişmiş merkez bankalarının faiz artırmaları kaçınılmaz olacak, zira o ülkelerde de enflasyon tehlikesi belirmeye başladı. Merkez bankalarının arz şoklarına karşı tepki vermeme süreci böylece sona erecek. İkinci olasılık, emtia ve enerji fiyatlarında düşme gerçekleşecekse merkez bankaları biraz daha ağırdan alabilir.

Başta Çin ve Hindistan olmak üzere enerji ve emtia talep eden ülkelerdeki parasal sıkılaştırma, ya da fiyat subvansiyonlarının azalması fiyatlar üzerinde aşağı yönlü baskı yaratabilir. Ancak yine de yetmez.

Her iki olasılıkta da Türk Merkez Bankası’nın işinin görece kolaylaşacağını da hesaba katmak gerekiyor. Şimdilik sözlü olarak yaratılan ‘sinyal etkisiyle’ yetinilen gelişmiş ülkelerde, olası faiz artırmalarının emtia ve enerji fiyatlarındaki spekülatif şişkinlikleri azaltacağını tahmin ediyoruz. Özellikle son dönemde ABD’deki önce gelen iktisatçıların (örneğin Martin Feldstein) Fed’e dönük eleştirisi, düşük faiz oranlarının emtia ve enerji fiyatlarında yukarı yönlü baskı yarattığı idi.

Peki, gelişmiş ülkelerdeki olası faiz artırımları emtia ve enerji fiyatlarında aşağı yönlü baskı yaratacak da, bu kalıcı olacak mı?

Bizce, temel sorunun ABD’deki finansal sistemdeki krizde olduğunu unutmamak gerekiyor.

ABD’deki finansal kriz ‘hafiflemeden’, bu yöndeki beklentiler güçlenmeden, emtia ve enerji fiyatlarında bizim gibi ülkelerin enflasyonla mücadelesine katkı yapacak bir rahatlama gerçekleşmeyeceğini düşünüyoruz. Ya da bunun uzun zaman alacağını…

ABD’deki bir faiz artırımının emtia ve enerji fiyatlarına baskı yapacağı doğru. Ama bu faiz artırımı birkaç defalık bir süreç olabilir mi? Pek sanmıyoruz. ABD’nin bugünkü ‘seçimi’, finansal sistemdeki kriz nedeniyle varlık fiyatlarının daha yavaş düşmesi ve ekonomik yavaşlamanın ‘ılımlı’ gitmesi olacaktır. ABD enflasyon konusunda kaygıları olsa da, ‘makul bir enflasyon artışı mı? Finansal sistemin çökmemesi ve büyüme mi?’ tercihinde ikincisinin olacağı çok açık.

Sonuç basit; ABD eğer enflasyonla kararlı olursa, küresel ölçekte de enflasyonla mücadele görece rahat olacak.

Mynet’te En Çok Takip Edilen Hisseler
Hisse

En Çok Aranan Haberler